5 Kasım 2009 Perşembe

Bir Sayıyı Okumak





14 mart 2006 da yazdığım bir yazı....


BİR SAYIYI OKUMAK
Gazete bayisinin önünden geçerken, mavi bir kitap gözüme ilişiyor. Ve içimde az da olsa bir merak uyandırıyor içinde ne olduğuna dair. “şu kitaba bakabilir miyim? Evet şu mavi olana” kitabın sayfalarını karıştırıyorum ve arka sayfada ki yazıyı okuyorum. Daha önce hiç Ahmet Altan okumamıştım. Bu da ilk olsun “kristal denizaltı”. Bir gazete bayisinden kitap almak biraz tuhaf geldi ama bulunduğum yerde kitap bulabileceğim tek yer.
Vitrindeki dergilere bakmaya başladım. Sarı bir kitap daha vardı burada. İlk baktığımda fark etmemiştim. Gerçi sarı rengi benim açımdan albenisini azaltıyordu. Ernest Hemingway, bu isim pek yabancı değildi. “Melekler şehri” filminde az da olsa ondan bahsediyorlardı. Onun kitaplarını da hiç okumamıştım. Kitap bir dergiyle beraber ambalajlanmıştı. Dergiye baktım. Bir kültür sanat ve edebiyat dergisiydi. Daha önce adını hiç duymamıştım. Belki yeni bir dergi diye düşündüm. Tuhaf bir ismi de vardı. Tıpkı etrafımızı çevreleyen diğer araba markaları gibi bir ismi vardı. Çok parada istemiyorlardı bu dergi için. Her ay aldığım bilim dergisine ödediğim para kadar istiyorlardı. Onu da aldım. Bu cumartesi farklı geçecek; iki yeni kitap ve bir dergi.

Bir derginin ilk yazısı benim için önemlidir. Eğer bunu bir tartışma konusu olarak ele alırsanız; böyle düşünmem doğal gelecektir size… sadece birisinin düşüncesi olduğunu kabul etmek gibi… bir derginin ilk yazısı onun sürekliliğini ve çekiciliğini belirten yazı olarak kabul edilebilir. Çünkü ilk yazı çekti mi benzer çekicilik diğer sayfalarda da aranır ( bir yazarın ilk kitabı gibi). Ben de diğer okuyucular gibi yapıyorum. Çekiciliği ve farklılığı arıyorum. Çekiciliğin ve faklılığın anlamı yaratıcılıktır çünkü. Bir durumun versiyonunu bulup sunmak gibi değildir. Yaratıcılık; alışılmışın dışında olan, farklı, herkesin aklına gelmeyen, her şeyin üstünde, delice, vb. özellikleri taşıyan üründür. En büyük yaratıcılık hayattır. Çünkü hayatın akışında, içinde yaratıcılık olmayan her şey boş ve monotondur. Siyah bir duvarın renk değiştirmemesi gibi… Her gün gördüğümüz duvar ve bu duvara hiçbir anlam katmamaktan ibaret bu monotonluk. Yada sürekli daire çizmeye benzer. Bir anlam ifade etmeyen daireyi hep çizmek gibi. Bu yapılandan bir sonuç çıkması beklenilmiyor. Sadece yaşamak isteniliyor. Alışıla gelmiş bir yoldan geçip gitmek isteniliyor. Tıpkı diğer insanların yaptığını yapmak yaşadığını yaşamak isteniliyor. Ama zihnimizin kuytu bir yerinde, karanlıkta oturan bilinçaltımız hep bizi uyarır. Bize bir şeyler söylemek ister. Bunun için çabalar, didinir ve nihayetinde bize “Hiçbirşey” kelimesini yavaşça fısıldar. Bu ses beynimizde yankılanıp durur. Bir şizofrenin beyninde yankılanan ağlama seslerinden bir farkı yoktur bu yankılanmanın. Bazen farklı bir sestir bu bazen de umursanılacak bir şey değildir. Bunun farkına vardığımızda artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. “Hiçbirşey” ya bizi farklılığı aramaya sevk edecek, “ve böylece yaşamımıza büyük bir farklılık katabileceğiz. Hayallerin ve zihnin ötesinde bir yere varmak kadar haz verici bir durumu yaşayacağız. Bu tarif edilemeyecek kadar güzel bir şey. Tıpkı bir yerde kazı yaparken bulduğumuz çok eski bir sandıktan neler çıkacağını beklemek kadar hoş. Hoş çünkü; o anda yaptıklarımızla yaşamı farklı kılmayı bildik.” Yada “Hiçbirşey”in farkında olup bu monotonluğun arasında yok olmayı bilerek seçeceğiz…


14/03/2008 Yıldırayg

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder